17 Mart 2012 Cumartesi

Serenad

Bir zamanlar çok meşhur olduğunu okumaya başladığımda öğrendiğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Daha yeni bitirdim ama etkisinden birkaç gün çıkamadım. Kitabın özetinde şu yazıyor. Bir kadın, üniversitede çalışıyor ve ingilizce biliyor diye, üniversiteye konferans vermeye gelen yabancı öğretim görevlilerini karşılayıp gezdiriyor. Bir gün yine bu şekilde gelen bir profesör bu kadının hayatını değiştiriyor. Ama kitap bundan çok daha fazlası... Kitabın yazarının Zülfü Livaneli olmasına rağmen, kahramanı bir kadın ve onun gözünden anlatılıyor. Gerçekten ben okuduğum zaman başka biri yazmış da adam gelmiş bunu kitap mı yapmış diye çok sordum. Kadının dul olmasıyla etrafında olup bitenlerin farkında olarak bunları anlatabilmesi çok şaşırtıcı. İçinde Ermeni sorunu, Nazi-Yahudi meselesi gibi çok yaygın ve bilinen bir sorunların anlatılmasıyla birlikte, ilk defa duyduğum Kırım Türkleri'nden oluşan Mavi Alay'a kadar birçok soruna değinilmiş, sosyal eleştiriler yapılmış. Kitaptan beğendiğim paragrafları yazmazsam çatlarım:


"  Havaalanında kendilerini koşuşturmaya kaptırmış o insanlar, yolda gelirken gördüğüm araçların içindeki telaşlı yolcular,üniversitedeki şişman kadınlar, dükkandaki alışveriş yapanlar, hepsinin beni ilgilendiren ancak tek bir yönü olabilirdi: Her birinin yaşadığı kendi hikayeleri.
    Her bir insanın hikayesi, bizi kendi başımızdan geçen olaylar kadar ilgilendirirdi. Yeter ki kendi gerçekliği içinde kavransın. Her hikaye, sonuçta insan varoluşunun bir hikayesi değil miydi? Ve akıp giden hayatın?"




İlgimi çeken başka bir bölüm de İlyas-ı Habır isimli bir Mardinlinin hikayesi:


"  İlyas'ın Roma'da bir restoranda çalışan akrabaları varmış. Onları ziyarete gitmiş. Akrabaları her gün çalışmaya gidince o da sokağa çıkıyor, Roma'da bilmediği yollarda dolaşıp duruyormuş. Bir gün yolu park gibi nefis bir yere düşmüş. Orada çiçekler, ağaçlar, göller arasında gezmeye başlayınca gözüne birtakım mezarlar çarpmış.
    Mezarlar birer mutluluk tablosu gibi mermer heykellerle, binbir çiçeklerle süslüymüş. Ama mermerlerin üzerindekileri görünce çok şaşırmış. Çünkü kiminin üstünde 21 gün, kiminin 34 gün, kiminin 17 gün yaşadıkları yazılıymış. O dili bilmese de, mezar taşlarının üzerindeki rakamların bunu gösterdiğini anlamış. Mezarların boyları da bebek mezarı olamayacak kadar uzunmuş. Bu işe hayret etmiş, bir anlam verememiş. İtalyancası olmadığı için park bekçisine soramamış.
    Evde akrabalarına anlatmış, izin gününde beraber o parka gidip bu işin sırrını çözmelerini rica etmiş.
    Bir tatil günü hep beraber gitmişler, parkta bekçiyi bulmuşlar, ona mezarlarda yazılı günlerin sırrını sormuşlar. Bekçi,
    "Burası özel bir mezarlıktır." demiş. Buraya gömülen insanlar mezar taşlarının üstüne gerçek yaşlarını değil, hayatta mutlu oldukları günleri yazarlar. Kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52'yi geçen çıkmadı daha."
    Bekçiye teşekkür edip ayrılmışlar. İlyas bir süre sonra Mardin'e dönmüş. Uzun bir ömür sürmüş, sonra bir gün hastalanmış. Ölüm döşeğinde oğullarını başına toplamış ve demiş ki:
    "Size bir vasiyetim var. Mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız: İlyas-ı Habır bitti/Anasından doğru kabre gitti." "


Bir başka bölüm ise Auerbach kitaplarından birinden alıntı olan:


"  Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
    Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık."


Son olarak da beni en çok etkilen bölüm:


"   Bir kız çocuğunun büyümesi ne zaman biter acaba?İlk adet gördüğünde mi, 18 yaşını doldurunca mı, evlenince mi, saçına ilk ak düşünce mi?
    Bence hiçbiri değil. Bir kız çocuğu büyümez, kaç yaşına gelirse gelsin asla büyümüş gibi hissetmez kendini. Son nefesini içi arzularla, heyecanlarla dolu bir kız olarak verir.
    Ama değişim yaşar. Hayat o kızı sürekli değiştirir ve bu değişimlerin hiç şaşmayan bir aktörü vardır: Bir erkek."


Sonuç olarak sürükleyici bir kitaptı. 4kadınla ilgili hikayeler vardı ve bu hikayelerin bu topraklarda yaşanmış olup, gerçek olabilme ihtimali insanın içini titretmektedir.